Menü

10 Eylül 2012 Pazartesi

Daldan Dala, Daldan Dala

Türkiye'de bu sıralar o kadar çok şey oluyor ki her seferinde yeni bir haber duyduğumda eskilerini henüz hazmedememiş oluyorum. 4+4+4'lerden kadın cinayetlerine, trafik kazalarından ölen işçilere hergün yeni bir iç karartıcı haberler dizisi... Bari yazın şöyle güzel bir tatil yapayım stresten uzaklaşayım dedim ama günümüzde ne mümkün. En iyisini sevgilimle 1 haftalığına tatile kaçmakta buldum. Doğa (ayağa batan deniz kestanesi), deniz (girerken çığlıklar attıran soğuk), güneş (2 dakikada arap bacıya döndüreninden) ve yemek (gittikçe bozulan restoran yemekleri) derken tatil yapmanın ne demek olduğunu unuttuğumu farkettim. O kadar uzun süredir şöyle güzel bir tatil yapmamışım ki tatilde bile sinir olucak birçok şey bulmakta zorlanmadım. Ama tatilin iyisi kötüsü olmazmış onu da anladım tabi ki döner dönmez. Bugün daldan dala bir konudan girip diğerinden çıkma kararı aldım başlıktan da anlaşılacağı gibi (Semra Kaynana'yı garip bir ürpertiyle anıyorum). Sebebi de yazmadığım uzun süre içerisinde içimde kıyı da köşede kalmış şeyleri şöyle bir atıp kurtulmak. Sonrasında da oh çekip çayımı içmeyi planlıyorum. Evet ilk dalımıza konalım bakalım.
Şu birkaç yıldır patlayan genç Amerikalı yıldız tufanını uzun zaman görmezden gelmeye çalıştım. Yok efendim Justin Bieber'mış, Selena Gomez'miş, Miley Cyrus'mış falanmış filanmış... Birden o kadar çok oldular ki birleşip çocuk çocuk klipler çekmeler, oynaşmalar, sevgili olmalar gibi kendilerine has aktiviteler bile geliştirdiler. Bu süreç içerisinde kulağımdan içeri girmeyi başaran tek bir isim oldu o da Taylor Swift. Diğer kaşarların aman starların aksine bu kızımız kariyerinde çok güzel şarkılara ve bestelere imza atıyor ve genç nesile de çok iyi bir rol model oluyor ama özel hayatında götür babam götür: Jake Gyllenhaal ile başlayan mönümüz Taylor Lautner ile devam ediyor ve Glee yakışıklıları Cory Monteith ve Chord Overstreet ile şenleniyor ve daha saymadığım bir o kadarı daha. Anlayacağınız kızımız tam bir yere bakan yürek yakan, saman altından su yürüten fingirdek bir yosma! Ama aynı zamanda duygulu bir yosma ki yaşadığı ilişkilerini şarkıları için ilham kaynağı olarak kullanıyor ve ortaya çok güzel şarkılar çıkarıyor. Şu ana kadar dinleyip de hoşuma gidenler şu şekilde: Mean, You Belong With Me, Back To December ve We Are Never Ever Getting Back Together. Eminim dinleyenleri daha birçok güzel şarkısını sayarlar ama şimdilik dikkatimi çekenler bunlar.

The Glee Project yarışmasında yarışan Türk asıllı Amerikalı kızımız Aylin Bayramoğlu finale kalmıştı. Aylin'in en büyük avantajı Amerika'da çok bilinmeyen bir kültürden gelişi ve dizide bu yönü ile ilginç bir karakter olabileceğiydi. Amerika'daki müslüman kesimin dizide temsil edilmesi fikri yapımcı Ryan Murphy'yi oldukça etkilemişti fakat gelin görün ki diğer jüri üyeleri adamın resmen aklına girdi ve Aylin finalden eli boş döndü. Nasıl üzüldüm nasıl üzüldüm anlatamam yani sanki ben kazanacaktım yarışmayı da Glee'de oynamayacaktım o kadar yani. Aylin'in inanılmaz güzel bir sesi var ve bu konuda eğitim de almış. Oyunculuğu henüz çok iyi olmasa da eminim zamanla o eksiğini de kapayıp başka projelerde yer alabilir diye umuyorum. Aylin'in Youtube ismi snger4ever22 ve Twitter hesabı da AylinSings. Aylin şu sıralar Los Angeles'a taşındı ve yeni arayışlar peşinde.


Tatil için ailemin yanına geldim ve sıkıntıdan patladığım bir gece elimde kalan tek filmi de izledim: The Hunger Games. Filmi bilerek sona saklamıştım ve iyi ki de öyle yapmışım. İlginç bir hikayesi var fakat beni en çok sevindiren kısmı vıcık vıcık bir aşk hikayesi olmaktansa romans öğelerinin filme gayet şeffaf bir şekilde serpilmiş olması. Siz filmi bambaşka bir türmüş gibi izlerken size alttan alttan da bir aşk hikayesi anlatılıyor. Film yanda koyduğum fotoğraf gibi böyle güzel bir günde piknik yapan bir grup arkadaşla ilgili değil. Oyuncular çayır çimen bir poz vermiş ben de kaçırmadım koydum. Film öyle bir vahşet hikayesi ile ilgili ki fotoğrafta gördüğünüz kişilerden sadece 3 tanesi hayatta kalıyor filmin sonunda. Hikayesi oldukça orijinal. Aslında izlediğim birkaç filmle biraz benzer fakat işlenişi ve atmosferi ile oldukça farklı.

Son konacağım dal da biraz gay olsun artık: İstanbear Autumn Festival 2012. Her yıl dünyanın birçok yerinden bir sürü ayı (bear) İstanbul'a gelerek bu kıllı ve şişman organizasyona katılıyorlar. Bilmeyenler için bear ya da ayı, gay dünyasında kıllı ve genellikle de şişman erkeklere verilen bir isim. Kendi içinde de yavru ayı gibi kategorilere ayrılabiliyor. Ayılar genellikle dışardan sert ve kaba erkekler gibi gözükseler de genellikle en iyi huylu ve kibar insanlar onlardır. Her yıl ben de bir hevesle katılmak isterim fakat ne hikmetse henüz gitmek nasip olmadı. Belki bu sene hatırlar da giderim böylece size de nasıl bir festival olduğunu anlatırım. Gidenler varsa deneyimlerini paylaşırsa sevinirim. Eminim ilk gidenler için başta biraz göz korkutucu bir ortam gibi gözükse de oldukça eğlenceli ve unutulmaz bir festival gibi duruyor. Tabi ayı diyerek yine bir etiketleme söz konusu olsa da etiketlenen etiketi kendine yapıştırınca diğer durumlar gibi tehlikeli olmuyor diye çok sataşmıyorum hadi neyse.

Tatil diye şöyle bomboş bir yazı olsun istedim ve herhalde hedefime ulaştım diye düşünüyorum. Birçokları için tatil bitmiştir tabi şimdiye kadar ama benim tatilim bu seferlik biraz uzun sürdü. Yazım bittiğine göre çayımı duyumlayabilirim. Ohhhyyşşş

1 yorum:

  1. http://kendineaitbirodada.blogspot.co.uk/ yeni bir eşcinsel ilişkiler temelli bir blog, bakkalınızdan ısrarla isteyiniz.

    YanıtlaSil